AKKUYU Nükleer Güç Santralı Projesi

Çok uzun ince bir yol

B. Gül GÖKTEPE

 

Akkuyu NGSP (Nükleer Güç Santralı Projesi) son aylarda enerji camiasında gene en çok konuşulan ve merak edilen konular arasında. Bana da sıkça dost sohbetlerinde olduğu kadar teknik toplantılarda da soruluyor düşüncelerim. Umutlu musunuz? Kriz çözülebilecek mi? İptal mi, dondurma mı, devam mı? Uzlaşma mı, tahkim mi? Mevcut modelle mi? Ne zaman? Yeni bir yol haritası mı? Hangi tip? Hangi ülke? Hangi şirket? …  Sorular da yorumlar da genelde endişe, belirsizlik, güvensizlik içeriyor. Son zamanlarda epeyce farklı spektrumda yorumlar ve tahminler duyuyorum.

Ben de en sık karşılaştığım soruları tekrar kafamda sıralamaya başladım. Nükleerde dünyada ne oluyor, ne olacak? İleri mi, geri mi? Akkuyu’da ne oldu? Olay ağaçları, hata ağaçları? Ne olacak?

Türkiye olarak dinamik iki nükleer santral projesiyle dünya nükleer gündeminde yeni girenlerde (new comers) ön sıradaydık. Dünyada bir ilke imza atan yeni bir modelle ilerliyor, alt yapı inşaatından sonra reaktör binası temeline beton atılması haberini heyecanla bekliyorduk. Ya şimdi? Durduk mu, yavaşladık mı, yoksa sessizce hızlanıyor muyuz? Nükleerde gecikmenin bedeli?

Bu sorular o kadar uzun hikâyeleri, analizleri, sentezleri içerir ki hepsini bir kalemde ortaya koymak imkânsız. Türkiye’nin Akkuyu hikâyesi çok uzun ve ince bir yol. Nerden başlasam diye düşünüyorum ve aklıma yıllar önce çok genç bir araştırıcı iken enerji kongrelerinde cesurca nükleeri savunuş tarzım geliyor. İngiltere’de atom mühendisliği okuyup dönmüşüm. Prof. Robert Cahn, Prof. Grant, Sir John Hill gibi duayenlerden nükleeri öğrenmişim. Öğrenci olduğum yıllarda İngiltere’de “...needs , problems, politics of nuclear...” tartışılıyor. Fransa büyük rakip. Diğer güçlere girmeyeceğim burada. O yıllarda nükleerde “politics” çok daha önemli. Ben de ülkeme dönüşümde katıldığım ilk büyük enerji kongresinde (1)  “Nükleer enerjinin gereği, sorunları, politikası” başlıklı bir bildiri sunuyor, üstelik çok ses getiren şiirli bir de konuşma yapıyorum.  Nükleer öğrencilik yıllarım sonrası nükleer memurluk, araştırıcılık maceram böylece başlıyor. Kongrenin açılışında zamanın ETKB Bakanı,  600 MW gücündeki ilk nükleer santralın Akkuyu’da kurulacağı ve 1986 yılında işletmeye alınacağı müjdesini veriyor!

Sözünü ettiğim Enerji Kongresinden bu yana nerdeyse 40 yıl geçmiş. Düşünüyorum! Nükleerde dünya nerede, biz neredeyiz?

Son 40-50 yılda o kadar çok şey değişti ki. Dünyanın görünümü değişti. Sosyo-ekonomik düzenler değişti. Yönetimler değişti. Duvarlar yıkıldı. Güç dengeleri değişti. Küresel ısınma derken iklim değişikliği kırsal kesimi vurmaya başladı. Nüfus artışı, en fakir ülkelerde de nüfus patlaması derken dünya nüfusu tarihte en hızlı yükselişle son 50 yılda ikiye katlandı, 7 milyarı geçti. Kırsal kesimden kentlere, güneyden kuzeye göçler başladı.

Enerji politikalarında trendler değişti. Çevreci hareketler, sivil toplum gelişti.  

Dünyada beklenen huzur ve ekonomik refah seviyesi bir türlü yakalanamadı. Petrol savaşları Orta Doğu’yu perişan etti. Tüm endişelere karşın kısmen nükleer silahsızlanma anlaşmaları başarıldı. Nükleer savaştan kaçınıldı, atmosferik nükleer denemeler durduruldu. Enerji plan ve programları değişti. Ancak dünya nüfusunun %17 sinin halen (2016 yılı) elektriksiz, iki milyar insanın da temiz suya muhtaç olduğu gerçeği ne yazık ki değişmedi.

Nükleerde yükselme devrinin ardından duraklama, planlarda gerileme ve yeniden yükselişle rönesans dönemi yaşandı. Yeni nükleer inşaatlar Avrupa’dan Asya’ya kaydı. Bu arada nükleer teknolojiler ilerledi, ilerledi, biraz daha ilerledi. Nükleer güvenlikçiler “Ne kadar güvenli gerçekten güvenli (how safe is safe enough)” diye tartışırken beklenmedik olayların beklenmesi gerektiği, bölgesel acil durumlara hazırlıklı olunması gerektiği ortaya çıktı.

Petrol fiyatları düştü, belirsizlikler arttı....derken hem teknolojik hem de sosyo-ekonomik  “güvenlik“ sorunu dünya gündeminin en üst sırasına geldi, oturdu!

Dünyanın vahim durumunu kafamda hızla scan ettikten sonra tekrar biz neredeyiz, bizde neler değişti diye daha derinliğine düşünüyorum.  Akkuyu’nun derin kuyusunun içinde...

Tüm büyük değişimler bir yana, dünyada da bizde de değişmeyen bir bilmece şu; tavuk-yumurta hikâyesi. Enerji mi politikadan çıkar, politika mı enerjiden? 

Yaşayarak gördük ki nükleer santral meselesi ve geleceği mühendislik ya da güvenlik sorunu değil tamamen siyasidir. Siyasi iradelere, kararlara bağlı son derece karmaşık ve iddialı bir meseledir. Akkuyu NGSP bunun net bir örneği. Ne kadar yorum yaparsak yapalım, planlama ve sorumluluk işin mutfağında olan uzmanların değil siyasilerin meselesi oluyor.

Neye inanıyorum? Hala neyi savunuyorum? Kendi kendime soruyorum. Dönüp dolaşıp geldiğim noktada şimdiye kadar Akkuyu’da yaşanan tüm geçmiş olumsuzluklar, sorunlar, iptaller, ertelemeler bir yana kafamda değişmeyen bir tek olgu var. O da nükleer teknolojinin dünyanın ve Türkiye’nin geleceği için vaz geçilemez olduğu.  Akkuyu NGSP’nin dondurulması ya da yavaşlatılmasına rağmen, son birkaç ayda kendi gördüklerim, incelediklerim ve yaşadıklarımla, projenin geleceğine hala olumlu bakmama neden olan birkaç örnek vererek düşüncelerimi aktarmak istiyorum:

1-Dünyanın geleceğini ve insanlığı tehdit eden en büyük tehlikenin iklim değişikliği olduğunu ve sera gazı emisyonlarını azaltmanın acilen gereğini artık tüm bilimsel verilerin ve son yılların en yoğun uluslararası toplantıların ışığında biliyoruz.  

Kısa bir süre önce Aralık 2015 de  “21. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı”, ya da popüler kısaltmasıyla “COP 21” de tüm ülkelerin katılımıyla 196 devletin, yeryüzündeki yedi milyar insanın geleceğini ilgilendiren son yılların en önemli anlaşmasına (Paris Anlaşması)  imza attığını hatırlayalım. Hukuken bağlayıcı olan bu anlaşmaya göre fosil yakıtlarının kullanımının kısıtlanması,  sera gazı emisyonlarının azaltılması, böylece küresel ortalama sıcaklık artış limitinin bu yüzyılın sonunda 1,5 ila 2°C arasında sınırlandırılması karara bağlandı.

Konferansın ve ardından süregelen değerlendirmelerin nükleer sektör açısından önemli olan sonucu ise, karbon emisyonunun azaltılması için gerçekçi plan ve politikaların mutlaka nükleerden elektrik yüzdesinin arttırılması hususunun daha çok kapalı kapılar ardında görüşülmesiydi.

2-Pekâlâ;  COP21 hedeflerine ulaşmak için ne oranda nükleere ihtiyaç olacak?

Uzun vadede, iklim değişikliğine karşı mücadelede, düşük karbonlu yüksek verimli enerji sektörü ülkelerin taahhütlerinde ön sıraları alıyor. Karbonsuz elektrik üretimi ise sadece üç yoldan; yenilenebilir enerji, nükleer santraller ve karbon yakalama ve depolamalı fosil yakıtlardan elde edilebiliyor.

“Nuclear for Climate” inisiyatifi olarak 140 kuruluş tarafından  COP21 de sunulan ve NÜKAD (WiN-Women in Nuclear Turkey  Chapter) olarak imzamız olan bildiride (2 ) ifade edildiği gibi 2050 yılına kadar sera gazı emisyonlarını %80 azaltmanın mümkün olabilmesi için nükleer enerji katkısının önemli ölçüde arttırılması gerekiyor. 

Diğer yandan, Paris tartışmalarında geçen yıl olduğu gibi bu yılda çeşitli kuruluşlar (Intergovernmental Panel on Climate Change, the International Energy Agency, the UN Sustainable Solutions Network ve the Global Commission on the Economy and Climate) karbon emisyonunun dengelenebilmesi için nükleer enerjinin üç katına çıkarılması gereğini savundu ki bu dabinden fazla yeni reaktördemek!

Bu konuda ünlü Forbes yazarı, enerji araştırmacısı James Conca’nın değerlendirmesi gerçekten çok çarpıcı  (3).

3- Bin reaktör meselesini Paris iklim Konferansı sonrasında ve bu raporları okuduktan sonra sürekli düşünüp duruyordum! Bu sebeple geçen hafta Londra’da katıldığım Nükleer Alanda Kadınlar (WiN Global) toplantısından bahsetmeden geçemeyeceğim (4). Toplantı sonunda dünya nükleer sektörünün dev kuruluşlarının oluşturduğu birliğin (World Nuclear Association-WNA)  başarılı kadın başkanı Agneta Rising’in  “Haydi hanımlar işbaşına. Hepimize kolay gelsin. Çook  işimiz var, bin reaktör daha yapacağız” diyerek vedalaşmaya imza atmasını unutmam mümkün değil.

4- Nükleerin siyasi bir irade ve kararlılık gerektirdiğini savunurken, bu son dönemde yeni ETKB bakanımızın yeni müsteşarının katıldığı ilk enerji toplantısında (Ocak 2016) pozitif söylemlerinden bahsetmek isterim (Üç Fatih’li Enerji Toplantısı-5). Müsteşarımızın “temiz enerji olarak nükleer teknolojiye portföyümüzde yer vermeliyiz ama bunun tüketiciye getireceği yükler konusunda da hassas olmamız gerekiyor“ ve “denenmiş, başarısız  olmuş modellerden dersimizi öğrenmeye çalışacağız”  söylemi özellikle bizlerin, nükleer uzmanların, çok hassas olduğu “lessons learnt” yani hatalardan ders alma prensibini içermesi açısından son derece önemli ve memnuniyet verici.                      

Sonuç olarak Akkuyu NGSP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük projesi olarak, hedeflenen tarihte, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. Yılında ilk ünitesinin şebekeye bağlanmasıyla hayata geçeceğine inancımı sürdürüyorum.

B. G. Göktepe, Nisan 2016

 

(1)                 Burada İngilizce “nuclear politics” deki politics kelimesi çok farklı anlamlar vurgular ifade edebiliyor.   politika, siyaset, plan, karar, tedbir, tarz...                                                                                                                       Göktepe, G.,”Nükleer Enerjinin Gereği, Sorunları, Politikası”, 3. Türkiye Genel Enerji Kongresi,                               Ankara, 20-23 Kasım 1978

(2)                 Nuclear for Climate Position Paper http://www.sfen.org/sites/default/files/public/atoms/files/nuclear4climate_press_release.pdf

(3)                 www.forbes.com/.../paris-cop21-and-the-urgent-need-for-more-nuclear

(4)                 WiN Global Board meeting notes, B. G. Göktepe

(5)                 “Üç Fatih’li Enerji Toplantısı”, B. G. Göktepe, Ocak 2016